Bir keresinde, fanatik kelimesinin şu şekilde tanımlandığını okudum: 
"Fanatik kişi, hedefini kaybetmiş bir biçimde o hedefe ulaşmak için 
iki kat çaba harcayan kişidir."


Fanatik, çılgın bir şekilde, amaçsızca koşturur. Potası olmayan bir
basketbol oyuncusu, ağı olmayan bir tenişçi, çimen sahası olmayan bir golfçü
gibidir.
Bir Hıristiyanın kutsallaşmada, yani Tanrı'yı hoşnut etmeyi öğrenmede
ilerleyebilmesi için, hedefinin ne olduğunu açıkça bilmesi gerekir. Kutsal Kitap,
bu hedefi açıkça ortaya koysa da, çok kolay unutulan bir noktadır bu.
Peki bu hedef nedir? İsa şöyle açıkladı: "Siz önce O'nun egemenliğinin ve
O'ndaki doğruluğun ardından gidin, o zaman size tüm bunlar da verilecektir"
(Matta 6:33).
Şimdi, bu buyruğu oluşturan kısımları inceleyelim. İlk olarak İsa, bize ardından
gitmemizi söylüyor. Bir şeyin ardından gitmek çaba gerektirir. İtinalı bir arayışı
içerir. Kaybettiği bozuk parayı bulmak için evi en ince köşesine kadar arayan
kadın gibidir bu kişi. Aramak, ardından gitmek, uyumakla olmaz. Çalışmayı,
sürekli çalışmayı gerektirir. Olduğumuz yere oturup, Tanrı'nın onu kucağımıza
atmasını bekleyemeyiz.
Ünlü Yunan Matematikçi Arşimed'in, spesifik yerçekimi kanununu (suyun
kaldırma kuvveti prensibini) banyoda yıkanırken nasıl keşfettiğini hepimiz
biliyoruz. "Eureka, buldum!" diye bağırdı. Aynı şekilde Isaac Newton'un
yerçekimi yasasını, bir elma ağacının altında otururken kafasına bir elma
düşmesi sonucu bulduğu hikayesini de biliyoruz. Arşimed ve Newton'a bir anda
gelen bu çözümler, yıllar boyu sürdürdükleri itinalı arayışın bir birikimi,
sonucuydu. Elde ettikleri, şans eseri olmamıştı. Thomas Edison'un, elektrik ışığı
için uygun olan tek filamanı bulmadan önce bin tane farklı madde üzerinde deney
yaptığı söylenir. Çok şanslı değil, çok çalışkan. Tanrı'yı hoşnut etmeyi
öğrenişimiz için de aynı şey geçerlidir.
Tanrı'nın ve Tanrı'nın Egemenliğinin ardından gitmemiz söylenir. İsa'nın, ilk
olarak (önce) bunların ardından gitmemiz gerektiğini söylediğinin de
bilincindeyiz. Burada önce kelimesi için kullanılan Yeni Antlaşma sözcüğü
protos, herhangi bir dizi içersinde ilk sırada olan anlamına gelir. Kelime, öncelik
vurgusunu taşır. Bu kavramın daha doğru bir çevirisi şöyle olabilirdi: "Siz diğer
herşeyden önce O'nun egemenliğinin ve O'ndaki doğruluğun ardından gidin​"
Tanrı'nın Egemenliğinin ardından gidin. Doğruluğun ardından gidin. Hıristiyan
yaşantısının öncelikleri bunlardır.
TANRI'NIN EGEMENLİĞİNİN ARDINDAN GİTMEK
Tanrı'nın egemenliğinin ardından gitmek ne demek? Hıristiyan dünyasında bu
ruhsal arayış konusunda birçok karışmış düşünceler bulunmaktadır. Çoğu zaman
Hıristiyanların ağızından şu sözleri duyarız: "Arkadaşım Hıristiyan değil fakat
arıyor."
Hıristiyan olmayan bir kişi neyi arar? Aramadığını bildiğimiz tek bir şey var. O
kişi, Tanrı'yı aramıyor. Pavlus şöyle demektedir, "Tanrı'yı arayan kimse yok"
(Romalılar 3:11). İnanlı olmayan bir kimse, asla ve asla Tanrı'yı aramaz. Bu kişi
bir kaçaktır, Tanrı'dan kaçar. İnsanın doğal yatkınlığı, Tanrı'dan kaçmak, O'ndan
saklanmaktır. İsa, kaybolanı arayıp, kurtarmaya geldi. Arayan O'dur, kaçanlar ise
bizleriz. Günahlı durumunda insan, yaşamın bilmecelerine cevaplar arayabilir
ancak Tanrı'yı aramaz.
Öyleyse, neden çoğu zaman İnanlı olmayan kişiler bize Tanrı'yı arıyorlarmış gibi
gözükürler? Gözlemlerimizin sonucu olarak bunu biz bu şekilde düşünürüz. O
kişiler, yanlızca Tanrı'nın verebileceğini bildiğimiz bir mutluluğu, matıklı
düşünüşü, suçluluktan özgürlüğü, anlamlı bir hayatı ve diğer birçok şeyi
aramaktadırlar. Ancak Tanrı'yı arıyor değillerdir. Tanrı'nın sağladığı faydaları
aramaktadırlar. Doğal insanın günahı tam olarak şudur: Tanrı'nın kendisini
istemeksizin, Tanrı'nın sağladığı faydaları arzularlar.
Bu düşünüşü şu nedenle reddediyorum: Tanrı'nın ardınca gitmek, O'nu aramak,
Hıristiyanlara mahsus birşeydir. Tanrı'nın aranması, iman etme anında başlar.
Tüm dünyaya "O'nu buldum" diye bağırsak bile, ilginçtir ki Tanrı'yı bulmak, O'nu
aramanın başlangıcıdır. Tanrı'nın ardınca gitmek, hayat boru bir süreçtir.
Tanrı'nın ardınca gitmek, Jonathan Edwards'ın dediği gibi, "Hıristiyan
yaşantısının ana amacıdır".
Tanrı'nın egemenliği ardınca gitmek, İsa'nın son buyruğunu ve Rab'bin duasının
önemli isteğini yerine getirmektir: "Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi,
yeryüzünde de senin istediğin olsun."
Öğrencilerinin İsa'ya sorduğu son soru şuydu: "Rab, İsrail'e egemenliği şimdi mi
geri vereceksin?" (Elçilerin İşleri 1:6). Görkemli yükselişinde İsa bu gezegenden
ayrılmadan dakikalar önce öğrencileri onu bu son soruyla sıkıştırdılar. Soruları,
Tanrı'nın egemenliğiyle ilgiliydi. İsa bu soruya önce hafif bir azarlamayla, sonra
ise bir buyrukla cevap verdi: "Benim tanıklarım olacaksınız" (Elçilerin İşleri
1:8).
Tanrı'nın egemenliğine tanıklık ederek, bu egemenliğin ardından gitmeye
çağrıldık. Tüm dünyaya Tanrı'nın egemenliğinin neye benzediğini göstermek
ardınca gitmeliyiz. Gökte olduğu gibi yerde de egemenliğin gelmesi, Kral'ın
sadık çocuklarının Kral'ın istediğini burada ve şimdi yapmalarını gerektirir.
Tanrı'nın Kralına hizmet ederek Tanrı'nın egemenliğine tanıklar oluruz. O'nu
hoşnut eden şey budur. İsa'nın, egemenliğin gelişini Tanrı'nın isteğinin
yapılmasıyla ilişkilendirmesinin bir nedeni vardır. "Egemenliğin gelsin. senin
istediğin olsun" ifadeleri birbirlerine aittir. Bir paranın iki yüzü gibidirler.
Tanrı'nın egemenliği, Tanrı'nın istediğinin yapıldığı dünyaya gelir.
Öyleyse, vardığımız sonuç şudur: Hıristiyan yaşantısının, genel ve herşeyi
kapsayan hedefi, amacı, Krala itaat etmektir. Ve biz itaat ettiğimizde Tanrı
hoşnut olur.
DOĞRULUĞUN ARDINCA GİTMEK
Egemenliğin aranması, Tanrı'nın doğruluğunun ardınca gidilmesiyle
ilişkilendirilmiştir. Bu, İsa'nın Kendisinin sergilediği türden bir doğruluktur.
İsa'nın hayatı doğrulukla parlıyordu. Lekesiz bir Kuzu, Babasının kendisinden
hoşnut olduğu Oğlu'ydu. Kutsal Yazılar, O'nun hakkında, Babasının evi için
gösterdiği gayretin O'nu yiyip bitireceğini yazmaktadır (Yuhanna 2:17). O'nun
yiyeceği ve içeceği Babasının isteğini yapmaktı (Yuhanna 4:34). İsa, yanlızca
beden almış Tanrı değildi ama aynı zamanda yüce bir doğruluk adamıydı. O'nun
tanrılığını taklit edememiz mümkün değildir ancak O'nun itaate ve Tanrı'yı
hoşnut etmeye olan tam yürekli adanmışlığını taklit etmeliyiz.
Hıristiyan olduğum ilk zamanlarda, Hıristiyan topluluğunun üyeleriyle
tanıştırılmıştım. Çok geçmeden benden, Tanrı'yla her gün belirli bir vakit
geçirmem, Kutsal Kitabı okuyup dua etmem beklendiğini anladım. Kilise'ye
gitmem bekleniyordu. Artık küfür etmeyerek, içki ve sigara içmeyerek ya da
bunun benzeri şeyleri yapmayarak inancımı belli etmem bekleniyordu. Kutsal
Kitabın sözünü ettiği doğruluğun bunun çok ötesinde bir şey olduğundan haberim
yoktu. Buna rağmen, çoğu yeni Hıristiyan gibi, bu şeylere önem vermeyi
öğrendim. Kişisel mektuplarım yeni bir biçim almıştı. Yeni Antlaşma
mektuplarından alıntılar gibilerdi sanki. Çok geçmeden, güncelik
konuşmalarımda Hıristiyan türü laf kalabalıkları yapmayı da öğrenmiştim. Artık
hiçkimseye birşey "söylemiyordum", yanlızca onlarla "paylaşıyordum". Her iyi
şey, "bereket" oldu, ve artık cümlelerime basmakalıp ruhsal sözler
serpiştirmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Tabi çok geçmeden anladım ki Hıristiyan yaşantısı, gündelik dua zamanlarından
ve kutsanmış kelimelerden çok daha öte bir kavramdı. Tanrı'nın daha fazlasını
istediğini anladım. İmanımda ve itaatimde olgunlaşmamı, sütü aşıp, et yememi
arzuluyor Tanrı. Ayrıca farkettim ki, Hıristiyan dili hem Hıristiyan olmayan hem
de Hıristiyanlar için anlamsız bir iletişim biçimidir. Gerçek tanrısallığı
bulmaktan çok konuşmalarımda bir ayetin cümle yapısını taklit etmekle
ilgilendiğimi anladım.
Hatam şuydu: Ruhsallığı, doğrulukla karıştırıyordum. Fakat, bunda yanlız
olmadığımı da anladım. Aracı, sonuç ile karıştıran bir kalabalığın ortasında
buldum kendimi. Ruhsallık, doğruluğun ucuz bir kopyasıdır.
Yıllar içersinde bir çok Hıristiyan bana nasıl daha ruhsal ya da dindar
olunabileceğini sordular. Bir öğrencinin gelip, "Bana doğru bir kişi olmayı öğret"
dediği nadirdir. Neden, diye merak ettim, bir insan ruhsal olmak isteyebilir ki?
Ruhsallığın amacı nedir? Dindarlığın faydası nedir?
Ruhsallık ve dindarlığın kendisi hedef değildir. Aslında, kendilerinden daha yüce
bir amaca ulaşmak için araç olarak kullanılmazlarsa hiçbir işe yaramazlar. Hedef,
ruhsallıktan öte, doğruluk olmalıdır.
Ruhsal disiplinler bu doğruluğu elde etmek için gerelidirler. Kutsal Kitap
çalışması, kiliseye devam etmek, müjdecilik Hıristiyan gelişimi için gereklidir
ancak son hedef olamazlar. Ruhsallık olmadan doğruluğa erişemem. Ancak,
doğruluğa erişmiş olmayarak, yüzeysel bile olsa, "ruhsal" olmak mümkündür.
İsa, bir dua adamıydı. Dua yaşamı yoğun ve güçlüydü. Kutsal Kitap bilgisi engin
bir adamdı. Açıkça, Tanrı Sözü'nde ustalaşmıştı. Ruhsaldı. Ancak ruhsallığı
sonunda kendisini gerçek bir doğrulukla gösterdi. Bu nedenle onun ruhsallığı
sadece yüzeysel değildi. İçsel hayatı, kendisini dışsal itaatte, ölüme kadar giden
bir itaatte gösterdi.
Doğruluk nedir? Bu sorunun basit cevabı şudur: Doğruluk, Tanrı'nın gözünde
doğru olanı yapmaktır. Bu basit tanımın altında çok karmaşık kavramlar
yatmaktadır. Doğru olmak, Tanrı'nın bizi yapmaya çağırdığı herşeyi yapmaktır.
Gerçek doğruluğun gerektirdikleri öylesine yüce ve öylesine çoktur ki, hiçbirimiz
bu dünyada asla buna mükemmel olarak erişemeyiz. Tanrı'nın tüm öğüdünü
izlemeyi içeriri bu.